8 Şubat 2009 Pazar

TÜRKİYE’DE PAZARLAMA İLETİŞİMİNİN BAŞLANGICI

Türkiye’de Halkla İlişkiler disiplini içerisinde “Pazarlama İletişimi”nin yer alması ve anılmaya başlaması 1990’lı yılların ortasına denk gelmektedir. 1960’lı yıllarda başlayan Halkla İlişkiler serüveni bu yıllardan itibaren aslında yeni bir cephe daha kazanmış oldu. 2000’li yıllara beş kala adını telaffuz etmeye başlamamızın nedeni ise liberal ekonomiye geçişin ya da geçmeye başlamanın sonucu olarak görebiliriz.
Kurumsal olarak üretim araçları ve üretim biçimlerindeki değişikliklerin toplumların yaşam biçimlerine etkileri kaçınılmazdır. Bu aynı zamanda tüketim alışkanlıklarına da aşamalı olarak değişiklikleri beraberinde getirmektedir. Halkla İlişkiler disiplini içerisinde Türkiye’de bu süreci nerede başlatmalıyız...
Pazarlama ve halkla ilişkiler açısından 1983 yılının bir dönüm noktası olduğunu açık bir şekilde belirtebilirim. 1983 yılında alınan kararlar Türkiye’de birçok bilim dalı açısından çok farklı sonuçlar ve araştırma alanları getirdi. Liberal ekonomiye geçişin, ithalatın serbestleşmesinin, para politikalarında yaşanan değişimlerin etkisi ile pazar ve rekabet gelişmeye başladı. Ama asıl gelişme o dönemin siyasi liderinin geniş halk kitlelerine benimsettiği üç kelimelik bir sloganda gizliydi. Yol, Su ve Elektirik.
Yani bundan sadece 25 yıl önce Türkiye’nin en büyük mücadelesi her köyün yola, suya ve elektriğe ulaşmasıydı. Bu çok basit üç kelime ekonomik anlamda aslında bir devrimin sözcükleriydi. Bazı görüşlere göre de Türkiye’nin o yıllarda ayakta kalabilmesinin tek yoluydu. Pazar ekonomisine geçiş için pazarın altyapısını kurmak. Pazar ekonomisine geçebilmek için pazar olmanın şartlarını yerine getirebilmek, Pazar ekonomisine geçebilmek için Pazar olmayı kabul etmek.
Yirmi beş yıl sonra geriye dönüp baktığımızda bunların ne kadarının doğru olup olmadığını daha rahat tartışabilir durumdayız. Bazı dönemlerde alınan radikal kararların doğruluğu ve yanlışlığını tartışmaktansa daha doğru ve iyi için neler yapılması gerektiğini anlamak için önemli bir konu aslında. Ama bugün yaşanan ve tartışılan konulara baktığımızda bu özel derslerin ne alınabildiğini ne de verilebildiğini görebiliyoruz.
Yol, su, elektrik... Pazar ekonomisine geçebilmek için bir üretici olarak malınızı üretebilmeniz, dağıtabilmeniz, hizmet götürebilmeniz ve doğal olarak tüketicilerin de bunu kullanabilir olanaklara sahip olması gerekir. Bu da malınızı satabilmek için olmazsa olmaz bir başlık. Daha da basit bir anlatımla bugün en küçük köy bakkalında bile Ülker çikolata ve Coca-Cola olabilmesinin temel şartları.
Yol, su, elektrik… Her evde çalışabilecek bir buzdolabı, çamaşır makinesi için olmazsa olmazlar. Ya da en temel anlamıyla tüketim toplumunun ana aracı olan ve bugün tahtı yavaştan sallanan televizyonun olabilmesi için gerekli olanlar.
Bu üç kelimeyi sadece yabancı yatırımcının ülkeye gelmesi olarakta düşünmemek gerekiyor. Bir üretici olarak ürününüzü bozulmadan bir ilden bir başka ile götürebilmeniz, orada tüketicilerin alabileceği raflara ulaştırmanız, tüketicilerin de bu ürünleri alıp saklayabileceği cihazlara sahip olabilmesi. İç pazardaki hareketlenmenin sağlanabilmesi, sermayenin içeride mal, ürün, hizmet ve sonrasında da tekrar para olarak dolaşabilmesi. Büyüdükten sonraki aşamalarda da yurtdışına çıkabilmesi. Yurtdışından geri dönebilmesi...
Türkiye 1980’li yıllarda devlet televizyonu ve radyosu ile hayatına devam ederken bu üç sihirli sözcük özel radyo ve televizyonların geleceğine en büyük işaretti ama onun gelmesi ve gelişmesi için yeni bir on yıla gerek duyuluyordu.
Halkla ilişkilerde kullanılabilmesi için 1995’li yılların beklenmesi ve kabul edilebilmesi için de 2000’li yılların gelmesi...

Pazarlama iletişimi Türkiye’ye yol, su, elketrik ile geldi. Özel televizyon ve radyolarla gelişti, özelleştirmelerle geri dönülmez bir yola çıkmış oldu. Peki burada durudu mu sizce..Bence hayır.. Bugün sınır tanımayan iletişim araçları ile dünyaya açılıyor. Sadece iletişim araçları ile de değil, yetenekli ve nitelikli insan kaynakları ile beraber.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder