24 Nisan 2009 Cuma

BENCHMARKING

Toplam Kalite Yönetimi

Can Suyu mu, Cam Suyu mu?

THY krizinde ölenlere rahmet, kalanlara şifa, yakınlarına sabır ve metanet diliyoruz. İstemediğimiz ve önleyemediğimiz bir olaydan en az zararla kurtulmak ve mümkünse olaydan bir fırsat çıkarmak aklın icabı. Bir kriz olup olmadığı, krizin niteliği bile bizde ayrı bir kriz.
Dünyadaki en ucuz ve en etkili üretim, fikir üretimidir. Ekmek istemez, su istemez; ama parlak bir fikir dünyayı değiştirebilir. Krizden fırsat çıkarmayı ciddiye alanlar yaşanmış örnekleri öğrenmeye bakıyor. Bunlardan ilham alıyorlar.
Bizimkiler içeride, yeni fikirler üretmeye üşenip, kar altında dağıtılan buzdolaplarına dolanıp kalsalar da, dışarıda elin oğlu kafayı çalıştırıp, yepyeni fikirler üretmeye, TV ekranlarında, gazete sayfalarında alkış toplamaya devam ediyor.
İşte bir örnek: Bailout Bill, New York, Boston, Philadelpia, Washington gibi büyük şehirlerde kalabalık bir meydanda muhtaçlara 50 ila 300 dolar arasında nakit para dağıtan esrarengiz bir adam. Sabahtan akşama, kara gözlükleriyle bir kabinde oturuyor, önünde ip gibi sıraya girmiş (bizde olsa kavga çıkar) her yaştan, her renkten insana, “ne kadar istiyorsun, nerede kullanacaksın” diye sorup, aldığı cevaba göre 50lik, 100lük banknotları trink ödüyor.Pazarlamada mal değil, fikir satar; fikri olan pazarlamada fark atar. Pazarlama, bol bol konuşmak, çene çalmaktan çoktaan çıktı, şimdilerde konuşmak ve konuşulmak üzerine kuruldu. Fikrin olacak, fikrini satacaksın. Fikrinle ne kadar çok konuşuluyor ve konuşturuyorsan o kadar iyisin. Ekranda tip tip insan, ağzı kulaklarında kaç para aldığını ve parayı nerede kullanacağını anlatıyor. Haberlere konu oluyor. Herkes birbirine bahsediyor.
İşin aslı şu ki, Bailout Bill (Türkçesi Cansuyu Bill) bir sosyal medya sitesi. Yeni nesil bir küçük ilanlar servisi. YouTube benzeri bir altyapı üzerinden, birşeyler alıp satmak isteyenleri, iş, arkadaş, eş arayanları birbiriyle buluşturan, videolarını yayınlayan bir web sayfası. Kendi sitesinin adını duyurmak için gazete ve TV’lere para ödemektense doğrudan halka dağıtarak TV’leri ayağına getiriyor, o yoldan müşteri buluyor. Aferin ona.
Ne dersiniz? Cansuyu Bill, can suyu mu, yoksa cam suyu mu satıyor?

Prof. Dr. İSMAİL KAYA
Pazar Ola!

Seçenler? Seçmeyenler? Seçilmiştir!

Gündem seçim. Her nerede ve ne zaman, bir seçim, tercih ve karar varsa, orada bir pazarlama vardır. Pazarlamanın girmediği delik, gitmediği yer, bulaşmadığı iş yoktur sözü de işte buradan geliyor. Tercihleri, seçimleri, kararları, beğenileri etkileme girişimlerine pazarlama deniyor.

İnsanlar üç gruba ayrılıyor:

“Bildiğim Budur”cular. Belli tercihleri vardır, hiç değiştirmezler. Sanki bu tercihle doğmuşlardır. Dediğim dedik derler. Zekâsı kuvvetli pazarlamacılar bu özelliğini bilir ve onu bu kararlılığından caydırmak gibi bir saçmalığa kalkışmazlar. Bu kararlılığını lehlerine döndürecek başka bir tercihe davet ederler. Kararlılıklarını başkalarına yaymak veya yaymamak tercihi üzerine oynarlar. Onları ya pasifize ya da aktivize etmeye yönelirler.

“Ben Bilirim”ciler. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ve her şeyi bilir; bildiklerini iddia eder; bilmiyorlarsa öğrenmeye uğraşırlar. Akıllarına güvenir, kendilerini “rasyonel” zannederler. Kararlarını belli bir mantığa, bir sebebe dayandırmak isterler. Kendi kararlarını kendileri vermek isterler. Pazarlamacılar bunlara, kararlarında kullanabilecekleri malzemeleri, gerekçeleri, açıklamaları sağlayan, yardımcı bir eleman gibi yanaşır, ona “sen akıllı adamsın, işini bilirsin” derler.

“Bilmem ki Ne Yapsam”cılar. Hep kararsızdırlar, her şeyden işkillenir, tercihlerini, kararlarını sürekli değiştirirler. Bir o yana, bir bu yana atılıp savrulurlar. Kendileri dâhil, kimseye, hiçbir şeye, güvenmez ve inanmazlar. Kararsızlıkta kararlıdırlar. Hiç memnun ve mutlu olmazlar. Pazarlamacıların hem bayıldığı hem de korktuğu tiplerdir.

Merak etmişimdir: Seçimleri önceden belli olmayan bir tarihte, aniden, “haydi haftaya sandığa” diyerek yapmak mümkün olsaydı, oylar nasıl dağılır, kimler kazanırdı? Aylar süren seçim tantanaları sonrasında oy dağılımı nasıl bir şey olurdu?

Hiç bir şey değişmezdi, diyorsanız, büyük ihtimal yerinizde oturuyor, seyrin keyfini çıkarıyorsunuzdur. Çok şey değişirdi, diyorsanız, bir ihtimal, siz de tercihlerinizi başkalarıyla paylaşmaya, onları etkilemeye, pazarlamaya girişmişsinizdir.

Bekleyip, göreceğiz.

Prof. Dr. İSMAİL KAYA
Pazar Ola!

İyisi Kötüsü?

Reklâmın iyisi kötüsü olmaz, derlerse de inanmayın. Amacına uygun iş yapanlara iyi; uzun vadede getirdiğinden fazlasını götürenlere kötü reklâm denir.
Pazarlama yapıyorum diyenlere de, pazarlamanın iyisi kötüsü olmaz diyenlere de inanmayın. Pazarlamanın da pazarlamacının da iyisi kötüsü vardır. Kötülerinden bazısı, pazarlamadan bîhaber; yaptığı işi pazarlama sanır. Kimisi pazarlama yaftası altında kendi dümenini döndürüp, başka işler çevirir. Kimileri de beceriksizliklerinden, bilgisizliklerinden pazarlamayı yanlış ve hatalı uygular.

Kötü pazarlamalar ve pazarlamacılar yüzünden pazarlamanın adı kötüye çıktı. Pazarlamayı bir bakıma yeniden tanımlamak, onu yeniden pazarlamak şart oldu.
Aile bütçelerinde doğalgaz ve enerji giderlerini aşan yüksek faturalarıyla birlikte, tellisi ceplisi, bütün telefon şirketleri yoğun pazarlama kampanyalarıyla her an karşımızdalar. Bıktıran reklâmlarıyla, şaşırtan tarifeleriyle, açık-kapalı sponsorluklarıyla, medyada sahip oldukları güçle tüketicilerin karşısında başka ne yapacaklarını bilemez havada, akıllarına gelen her yolu deneyerek, bir çığırtkan gibi, habire bağırıyor, müşteriye “gel gel” ediyorlar… Bir sussalar, ortalık sakinleşecek. Birbirimizi daha iyi duyacak, daha iyi anlayacağız.

Medyadaki bütün patırtılarına rağmen geçen üç ayda elli küsur milyondan sadece 1,3 milyon abone numarasını taşımak için cepçilere başvurmuş. Bu netice, bu gürültüye, şirketlerin numara taşımaya yönelik “gel-gel kampanyaları”na harcadıkları tutara değdi mi, değmedi mi? Bir hesaplasalar diyeceğim ama Ahmet Sağırlı’nın da yazdığı gibi, nasılsa bunun bedelini de telefon faturalarımızdan çıkaracakları için, hiç sanmıyorum.

O halde bunca gürültü niye?

Şimdi oturup düşünmek vaktidir?

Pazarlama bağırıp çağırmak mıdır? Bir aldatmaca mıdır? Tüketiciyi istismar etme midir? Her ne olursa olsun tükettirmek ve tüketim midir?

Yoksa bu işin mektebi sayılan ABD menşeli markaların ve firmaların da işaret ettiği gibi, ekonomik kalkınmanın ve dünya hâkimiyetinin bir motoru mudur?

İyi midir? Kötü müdür?

Prof. Dr. İSMAİL KAYA
Pazar Ola!